Bu kelimeyi birçok insan o kanlı 15 Temmuz darbe gecesi sonrasında politikacılardan duymaya başladı. “Devlette Liyakat esas alınmalı” peki neydi “Liyakat” denen bu şey. Bu yazıda Devlet içerisindeki liyakatten değil özel sektördeki liyakatten bahsedeceğim. Öncelikle çok uluslu bir şirkette yönetici olarak çalışıyorsanız bu yazıyı okurken sinirleriniz bozulabilir. Baştan uyarayım 😁
Liyakat, en basit ifadeyle bir işi ehline vermek anlamına
geliyor. Günümüzün Vahşi İş Dünyasında, sözüm ona kurumsal olduğunu düşündüğümüz pek çok
şirkette aslında terfiler, bu makaleye uygun olabileceğini düşündüğüm yukarıdaki karikatürdeki gibi işlemekte. X ötesi (Dinazor X) kuşağının yeni yeni yöneticilikten
el çekmeye başladığı günümüzde, temel yönetici mantığı; “Beni eleştirmesin,
koşulsuz itaat etsin”. Günümüzde o imrendiğiniz pozisyonlarda bulunan
yöneticilerin, liyakatten anladıkları sadece bu. Ben bu tarz yöneticileri tek
bacağı kalmış sandalyede oturan insanlara benzetiyorum.
On yılı aşkın süredir profesyonel iş hayatındayım. Pek çok
farklı karakterde yönetici ile çalışma fırsatım oldu. Öyle ki, kendisini
eleştirdiğim bir satış toplantısı sonrası, “Kaan, sen çok akıllı bir adamsın
ama azıcık beni dinlesen, sana yatırım yapmak istiyorum” diyecek kadar bana
karşı çaresiz duruma düşmüş yöneticilerim bile oldu 😊 Neyse bu yazıyı okuma
ihtimali var, eminim okurken “Evet, o benim” diyecektir.
Kendi şikâyet edilmesin ya da eksiklikleri ortaya çıkmasın
diye kendi alt yöneticilerini özellikle İngilizce bilmeyen insanlardan seçen
hatta terfi görüşmelerinde bir fiil tercümanlık yapanlarına bile rastladım. İşte
bu insanları bu pozisyonlara getirenlerin, Liyakati Sultanbeyli’de bir sokak
olarak bilmesi normal. Birde iş hayatına direkt müdür olarak girmiş (en azından
kendini öyle gösteren) tipler var. Onların durumu daha vahim ve gülünç. Ama
kabul edeyim ürün satışı konusunda bu çakma yöneticilerin herhangi bir yeteneği
yokken, kendilerini pazarlama konusunda benden çok daha yetenekliler haklarını
teslim edeyim. Birde bu bahsettiğim son grup, üç yılda bir “Country Sales
Manager” pozisyonlarını kendi aralarında değiş tokuş yapıyorlar. Yani sanki özel
bir kulüp var. Yeşilçam’ın Figüran Kahvesi gibi. Çok uluslu, Türkiye pazarına
girmeye çalışan ya da girip etkin olamayan nispeten daha ufak şirketlerin
tepesindeki kişiler, 2-3 yıl boyunca şirketlerin içini boşaltıp başarısız
oldukları ayyuka çıktığında ya kovulurlar ya da kovulacaklarını anlayıp hemen
başka bir şirketi sömürmek için zıplarlar. Gerek LinkedIn’de gerekse kendi
çalıştığınız şirketlerde eş dosttan duyuyorsunuzdur bu insanları. Hiç yoksa üç
kişi tanıyorum bu gruptan.
Liyakat, her şirkette olması gereken insana özgü, iş
ortamının adaleti açısından en önemli kavramlardan birisi. Ama ne yazık ki çok
dikkate alınmıyor. Benim suyuma gitsin, beni eleştirmesin, zor durumda
bırakmasın, her dediğime evet efendim desin, Krallığım sarsılmasın, dili kahverengi
olsun çok daha önemli. Bugün siyasette de durum farklı değil hatta orda durum
daha beter bence. İki lafı bir araya getiremeyen insanlar bakan olabiliyor.
İşine dört elle sarılan bakanları tenzih ediyorum.
Oysa kendine güvenen adil bir yöneticinin, bu tarz
dalkavukları kendinden uzakta tutup eleştirilere daha çok değer vermesi
gerekir. Oturulan koltuklar tatlı olsa bile kimse koltuğu ile sonsuza dek
yaşayamıyor. Asıl önemli olan şirketin sürekliliği ve çalışanlarınızda
bıraktığınız hatıralardır. Kötü yöneticiden bile insanın öğrenebileceği bir şeyler
vardır. En azından “Günün birinde yönetici olduğumda, X Bey gibi olmayacağım diyebilirsiniz” 😊 Bundan
bile bir kazanım çıkarabilirsiniz. Ya da oturursunuz bir Pazar sabahı kahvenizi
yudumlarken, benim yaptığım gibi yöneticinizi, yazdığınız bir makalede
kullanırsınız. Biz insanların sadece bir çift gözü var. Eğer bir astınız sizin
göremediğiniz bir tehdidi görüp sizi uyarabiliyorsa, size aslında iyilik
yapıyordur. Tehdit yokmuş gibi başını sallayıp “Evet efendim, haklısınız”
diyorsa size kötülük yapıyordur.
Bu makalede anlatmaya çalıştığım -Profesyonel- iş dünyasının
kendisiyle kavgalı Dinazor X yöneticileri ve iş hayatına -Müdür- olarak girip, üç
yılda bir şirketlerin içlerini boşaltan başarısız yöneticilerin sayısı
azımsanmayacak kadar çok. Bu verdiğim örnekler bize has durumları özetliyor.
Yabancı yöneticilerde, bu yöneticilik kompleksi daha az, eleştiriye daha açıklar.
Liyakat konusunda bizdeki kadar olmasa bile onlarda da sıkıntılar var.
Neredeyse Satış Müdürüne yakın maaş alan saçı sakalı bembeyaz Satış
Mühendislerini görmek mümkün. Esasen -gerçek anlamda- YÖNETİCİLİK, çok fazla
sorumluluk almayı gerektiren hatta herkesten daha çok çalışmayı gerektiren bir iş,
ancak bizim -sözde- profesyonel iş dünyamızdaki yöneticiler bunu daha iyi maaş,
daha iyi şartlar, ego tatmini olarak algılıyorlar.
Öğretmen Emeklisi bir
annenin oğluyum. Çalıştığı dönemlerde zaman zaman Müdürlük, Müdür Yardımcılığı
pozisyonları açılırmış. Hemen hemen birçok öğretmen arkadaşı kendisi de dahil,
pozisyonla ilgilenmediklerini belirtip imza atarlarmış. Sebebi, sıradan bir
öğretmenken yarım gün çalışıp evlerine gidebiliyorlarmış. Müdür olduklarında
ise akşama kadar okulda kalıyorlarmış. Maaş konusunda da fark çok çok azmış.
Belki aynı yöntem özel sektörde de uygulanmalı kim bilir. Açıkçası işin ehli
olmayan bir yöneticiye binlerce lira her ay maaş verip, lüks kiralık araçlar
vermek yerine tüm şirketler aradaki bu farkı azaltmış olsalar belki kimse
yönetici olmak için bu kadar can atmayacaktır. En azından yöneticiliği -SORUMLULUK-
yerine -İÇİNİ BOŞALTMAK- olarak anlayanlar...
Herkese bol şekerli günler dilerim 😊
Kaan Doğan
08.01.2017
Kaynak göstererek bu yazıyı yayınlayabilirsiniz…